Birkaç gün önce Instagram’da gezinirken yukarıdaki fotoğrafa denk geldim. O günden beri de üzerine düşünüyorum. Ne kadar da sık duyar olduk “ego” kelimesini… Günümüzün popüler, daha da ötesi cool ifadelerinden biri haline gelmiş adeta. Kavramları tanımlamakta ve onları birbirinin yerine kullanırken yanlış yapmakta üstümüze yok tabii. Yüksek ego sahibi insanların bu kavramı “özgüven” olarak meşrulaştırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Özellikle de bazı meslekler icra edenleri ister istemez bir ego zırhına büründürüyor, sahip oldukları egoyu mesleklerinin gereği olarak görüyorlar. “Sanatçı (reklamcı, tasarımcı, fotoğrafçı, yazar…) ego sahibi olur” özlü sözünü (!) sıkça duymuşsunuzdur. “Ben yaratıcıyım, diğerlerinden farklıyım” düşüncesi mesleki bir deformasyonun oluşturduğu yanlış bir etiketten başka bir şey değildir.
Özgüven ve ego kavramlarının psikoloji bilimine dayanan detaylı tanımlarına değinmeyeceğim; ama şüphesiz ki her ikisinin arasında büyük ve bir o kadar da önemli farklar var. İşte bu farklar üzerine birkaç kelam etmezsem olmaz.
Özgüven, kişinin kendisine yönelik olumlu yargılarının olması, kendisini sevmesi, değerinin farkına varması, kendisiyle barışık olması ve en önemlisi de kendisini olduğu gibi kabul etmesidir. İşte kilit nokta tam da bu; kendisini olduğundan daha üstün ya da aşağı değil, olduğu gibi kabul etmesidir, kendisi olmasıdır. Ego ise kişinin başkalarının gözünden kendine biçtiği değerdir. Diğer insanların kendisini nasıl gördüğü kaygısıyla gerçekte var olmayan bir kimliğe bürünmesidir. Yani özgüven kendin olmak, ego ise olmak istediğin kişi gibi davranmak. Ama buraya dikkat! Sadece davranmaktır. Herkesin gıpta ettiği, takdir ettiği ideal varlık olmak ister, öyle olmasa bile. Özgüven içten gelir, diğer insanların kalıpları ve yargıları ile çok ilgilenmez, “başkalarının ne düşündüğü sadece kendisini bağlar” der. Dışa bağımlı, diğer insanların düşüncelerine bağımlı ego ise; ” en süper benim, beni sevin, beni kabul edin, beni kıskanın, benim gibi olmak isteyin” der, buna ihtiyacı vardır. Onu takdir etmezseniz, onu pohpohlamazsanız çok üzülür. Çünkü kendisini olduğu gibi kabul edemiyor, dahası bir türlü kendisini sevemiyor.
Özgüven sahibi kişi mutludur. Bastırılmışlıklarından kurtulduğu, hiçbir etiket olmadan yaşadığı, yaşamı akışına bıraktığı, negatif enerjiden arındığı, kendisiyle yüzleşebildiği ve anı yaşadığı için iç dünyasında huzurludur. Etrafına da yaşam enerjisi saçar. Ego sahibi ise tam aksine bastırılmışlıklarının esiri olduğu, komplekslerinden kurtulamadığı, kendisiyle yüzleşemediği, sorunlara öfkeyle karşılık verdiği, geçmişe ve geleceğe bağımlı yaşadığı, kendisini kabul edemediği, her zaman başkalarını suçladığı için mutsuzdur, daha da vahimi mutlu olduğunu sanar.
Özgüven “bir şey” olmaya çalışmaz, çünkü zaten ne olduğunu bilir. Peki, ego öyle mi? Ego, hep “çok şey” olduğunu düşünür ki aşırı üstünlük çabasının yoğun eksiklik duygusundan ileri geldiğini biliyoruz. Bu da özgüven eksikliğidir. Özgüveni eksik olan insan egoya sığınır, kalkanı odur. Ve tabii yüksek ego beraberinde takıntıları getirir. İş bilmez siyasetçiler, ayak kaydırmaya çalışan iş arkadaşları, kompleksli sevgililer, kavgalar içinde boğulan ilişkiler yüksek ego, eksik özgüvenden kaynaklanmaktadır.
Einstein’ın egoyu tanımlarken kullandığı formülü bilirsiniz;
EGO = 1 / BİLGİ
Yani ne kadar az bilgi o kadar yüksek ego, ne kadar çok bilgi o kadar düşük ego. Özgüven bilende, ego ise bildiğini sananda olur.
Özgüven kadında da erkekte de çok çekicidir, varlığıyla göz kamaştırır. Özgüven sahibi insanlar auraları ile hemen hemen herkesi etkileri altına alırlar. Ama ego da bir o kadar iticidir, varlığıyla ciddi derecede can sıkar. Şişirilmiş ego bir balon misali kişiyi uçurur, tabii patlayana kadar. Patlaması da bir iğneye bakar. Patlamış bir balonla da kimse ilgilenmeyeceği için yükseklerde mutlu olduğunu sanarak başı dönen ego sahibi çok büyük bir çöküntü yaşar.
Tüm bu yazdıklarımdan yola çıkarak sözün özü; özgüven vezir eder, ego rezil eder.
Ve unutmayalım ki; özgüven “your ego is my lego” der